AçıkKoyu

Tom Rockmore: Alman Felsefesi, Pozitivizm ve Marx 

Ulaş Bager Aldemir ile birlikte hazırladığımız söyleşi, Ayrıntı Dergi'nin "Sol Teori ve Pratik I" başlıklı 44. sayısında yayınlandı.

Söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz ve sorularımızı cevapladığınız için çok teşekkür ederiz…

Marx ve Marksizm ile ilgili bu sorular üzerine konuşma fırsatı bulduğum için çok mutluyum… Diğer pek çok kişi gibi ben de Marx’ı ve Marksizmi kavrama çabamda, oldukça uzun bir zaman harcadım. Bu çaba, beni nihayetinde tartışmak istediğim fikirlerden uzaklaştırdı; dolayısıyla bu süreçte sapla samanı birbirinden ayırmak adına tartışmayı yeniden formüle etmek gerektiği kanısına vardım.

Sorularınız için teşekkür ederim. Bir diyaloğun verimli olması, aslında pek alışıldık bir durum değildir ama umarım bu durumda öyle olur… Sorularınızı yanıtlarken, sizin için – ya da sizin için olmasa bile en azından benim için – faydalı olacak cevaplar ve yeni sorular bulma; en azından bunlara işaret etme fırsatımız olmasını umuyorum.

Marksizmden Sonra Marx adlı eserinizde şöyle diyorsunuz: “Marx ve Engels’in tek bir perspektifi paylaştığı iddiası politik bir bakış açısına işaret ediyorsa doğru fakat felsefi bir konumu ifade ediyorsa yanlıştır.” Peki Marx ve Engels arasındaki felsefi ayrım temel olarak neden kaynaklanmaktadır? Mesele epistemolojik mi yoksa ontolojik mi?

İlk sorunuz hem Marx hem de Engels tarafından farklı düzeylerde üstlenilen ortak bir proje olarak anlaşılan Marksizm içindeki ilişkiye işaret ediyor ve nihayetinde soruyu sorma biçiminizde Marx ve Engels’in politik bir bakış açısına ilişkin ortak bir perspektifi paylaştığı, ancak epistemolojik veya yine ontolojik bir perspektifle ilgili olarak bunun yanlış olduğu görüşümü de içeriyor.

Bence, bu durum ilk bakışta göründüğü kadar açık değildir… Burada Marx ile Engels arasında, farklı boyutlarda ve farklı biçimlerde ilişkilerden söz edilebilir.

Sanıyorum her ikisinin de, kendi tarzlarında olsa da, söz gelimi siyasi bir boyutta ortaklaştığı iddiasında olduğu yeterince açıktır. Ama burada, iletişim başarısızlığı diyebileceğimiz bir durum söz konusu. Zira yüce retorikten, ortaklaştıkları varsayılan siyasi boyuta indiğimizde, örneğin Paris Komünü’nü ele alırsak, bunun ne anlama geldiği hala belirsizliğini korumaktadır. Marx ve Engels’in, Komün’ün ortak bir siyasi görüşün kabul edilebilir bir örneği olup olmadığı hususunda hemfikir olmadığını belirtmek gerekir. Komün konusunda aynı fikirde olmadıklarını ortaya koyduğumuzda, muhtemel bir fikir ortaklıkları olsa bile somut tarihsel örnekler üzerinde bir ölçüye kadar fikir ayrılığında olduklarını, bunun da varsayımsal siyasi ortaklaşmalarını zayıflattığını söyleyebiliriz.