AçıkKoyu

Partiler ve Kitleler

Antonio Gramsci'nin ilk kez 25 Eylül 1921'de L’Ordine Nuovo'da yayınlanan makalesinin Türkçe çevirisi, Ayrıntı Dergi'nin "Rejim Seçimle Değişir mi?" başlıklı 43. sayısında yayınlandı.

Sosyalist Parti’nin (Partito Socialista Italiano, PSI) karşı karşıya olduğu anayasal kriz, İtalyan halkının içinde olduğu daha derin bir anayasal krizin yansıması olduğundan, Komünist Parti’yi (Partito Comunista Italiano, PCI) de ilgilendirmektedir. Böyle bir bakış açısıyla Sosyalist Parti’nin krizi, kendi başına değerlendirilemez; zira İtalyan Halk Partisi’yle (Partito Popolare Italiano, PPI) ve faşizmle de bağlantılı olan daha geniş ve kapsamlı bir resmin parçasıdır.

Kitleler, siyasi partilerin çerçevesine girmeden, kendi başlarına politik olarak var olmazlar. Ekonomik belirleyicilerin baskısı altında, kitleler nezdinde meydana gelen düşünsel dönüşümler önce eğilimler bakımından ayrışan, sonrasında ise çok sayıda yeni organik partiye bölünen siyasi partilerde karşılık bulur. Bu parçalanma, yeniden birleşme ve homojen grupların kaynaşması süreciyle ortaya çıkan şey; devletin iktidarının ve üretim aygıtları üzerindeki gücünün korunması ya da fethedilmesi mücadelesinde, sınıfların kesin bir biçimde ayrışması bakımından, demokratik toplumun parçalanmasına dair çok daha derin ve yoğun bir süreçtir.

Ateşkes ve fabrika işgalleri sırasında Sosyalist Parti, üç temel sınıftan oluşan İtalyan işçilerinin büyük bölümünü temsil ediyordu: Proletarya, küçük burjuva ve yoksul köylüler. Bu üç sınıftan sadece proletarya özsel olarak, dolayısıyla da daimi olarak devrimciyken, diğer iki sınıf yalnızca “geçici olarak” devrimciydi. Bunlar “savaşın sosyalistleri”ydi ve savaş sırasında biriken hükümet karşıtı duygularından hareketle, genel itibariyle, devrim fikrini kabul etmişlerdi. Tam da bu yüzden, çoğunluğunu küçük burjuvaların ve köylü unsurların oluşturduğu Sosyalist Parti yalnızca ateşkesin ilk dönemlerinde, hükümet karşıtı ayaklanma duygusu hâlâ canlı ve aktifken devrimi gerçekleştirebilirdi. Dahası, aslında ağırlıklı olarak küçük burjuvalardan ve köylü unsurlardan (ki zihniyetleri, kentli küçük burjuvadan çok da farklı değildir) meydana geldiği için açık ya da kapsamlı bir programı olmadan, istikameti ve özellikle enternasyonalist bir bilinci olmadan, Sosyalist Parti’nin kendini bocalamaktan ve tereddütten alıkoyması mümkün değildi. Proletaryanın üstlendiği fabrika işgalleri, kısmen proleterlerden oluşan ve faşizmin ilk darbeleri yüzünden halihazırda bir bilinç krizinin içinde olan sosyalistleri hazırlıksız yakalamıştı.

Fabrika işgallerinin sonu, Sosyalist Parti’yi tamamen yok etmişti, devrimci duyguları ve henüz gelişim evresindeki inançları tümüyle boşa çıkarmıştı; savaşın acıları kısmen de olsa atlatılıyordu (ki zaten yalnızca geçmişin anılarıyla devrim yapılamaz!); burjuva hükümeti Giolitti dönemindeki faşist faaliyetlerde hâlâ güçlü görünüyordu; reformist liderler devrim fikrinin bir delilik olduğunu düşünüyorlardı; ve Serrati İtalya’da bir komünist devrim hayali kurmanın delice olduğunu söylüyordu. Bu dönemde partinin yalnızca, endüstriyel proletaryanın en ileri ve bilinçli kesimlerinden oluşan küçük bir azınlığı komünist ve enternasyonalist bakış açısını rafa kaldırmıyor, gündelik olaylarla demoralize olmuyor ve burjuva devletinin sağlam ve enerjik görünümüyle kendilerini kandırma çabasına aldanmıyordu. Böylece, özünde ve sürekli olarak devrimci olan tek sınıfın, sanayi proletaryasının, ilk özerk ve bağımsız örgütü olan Komünist Parti doğdu.

Komünist Parti, bir anda kitlelerin partisi haline gelmedi. Bu tek bir şeyi kanıtlıyordu: Fabrika işgallerinin siyasi başarısızlığını takiben kitlelerin içine düştüğü büyük moral bozukluğu ve cesaretlerinin kırılmasının yarattığı koşullar. Çoğu lidere duyulan güven yok olmuştu; daha önce yüceltilenlere şimdi alayla bakılıyordu; işçi sınıfının bilincindeki en yoğun ve hassas duygular, şüphecileşen ve maksimalist demagoji geçmişlerinden gelen pişmanlık ve vicdan azabıyla yozlaşan madun liderler tarafından fena halde lekelenmişti. Ateşkesten hemen sonra Sosyalist Parti etrafında bir araya gelen kitleler; parçalandı, eridi ve dağıldı. Sosyalizme sempati duyan küçük burjuva, artık faşizme sempati duymaya başlamıştı; Sosyalist Parti’deki desteğini yitiren köylüler, artık Halk Partisi’ne ilgi duyuyordu. Ancak yine de, eski Sosyalist Parti üyelerinin bir yandan faşistlerle bir yandan Halk Partisi’yle katışmasının, bazı sonuçları olduğu muhakkaktır.

İtalyan Halk Partisi, parlamento seçimlerinde Sosyalist Parti’ye yaklaştı: Bütün seçim bölgelerinde, Halk Partisi’nin açık listelerinden yüzlerce, binlerce sosyalist adayın ismi toplandı; genel seçimlerden bugüne kadar bazı kırsal bölgelerde gerçekleşen belediye seçimlerinde sosyalistler, azınlık listeleriyle seçime girmek yerine Halk Partisi’nin açık listelerine oy verilmesini salık verdiler. Bunun Bergamo’daki tezahürü son derece parıltılıydı: Aşırı Halkçılar, beyaz örgütten kopup sosyalistlerle kaynaşarak bir İşçi Birliği kurdu ve Halkçılar ile Sosyalistlerin birlikte yazdığı haftalık bir dergi doğdu.

Sosyalistlerin ve Halkçıların bu yakınlaşma süreci, nesnel bakımdan bir ilerlemeyi işaret etmektedir. Zira köylü sınıfı birleşirken ve dayanışma bilinci ile kavrayışını kazanırken; Halk cephesinde dinin örtüsünü kaldırmakta, Sosyalist cephede ise küçük burjuvazinin ruhban karşıtlığı kültürünün duvarlarını yıkmaktadır. Kırsal kesimlerin etkisiyle gelişen bu eğilim sonucunda, Sosyalist Parti sanayi proletaryasından daha da uzaklaşıyor gibidir; böylece Sosyalistlerin kent ile kır arasında yaratmış gibi göründüğü güçlü birleştirici bağ kopuyor gibi görünür. Ancak aslında böyle bir bağ gerçekte hiç var olmadığı için, bu durumun sahici bir olumsuz netice yarattığı söylenemez. Aksine, son tahlilde getirdiği avantaj apaçık ortadadır: Halk Partisi sola doğru son derece güçlü bir salınım gerçekleştirmekte ve sekülerleşmektedir; böylece neticede, büyük ve orta ölçekli toprak sahiplerinden meydana gelen sağdan kopacak, yani burjuva hükümetinin zayıflamasıyla birlikte sınıf mücadelesi cephesine kararlı bir giriş yapacaktır.

Aynı durum, faşist kampta da gelişmeye başladı. Sosyalist Parti’den yapılan transferlerle siyaseten güçlenen kentli küçük burjuvazi, savaş sırasında edindiği örgütsel deneyim ve askeri eylem kapasitesinden, ateşkes sırasında bir şeyler çıkarmaya çalışmıştı. Savaş sırasında İtalya, etkin bir genelkurmayın yokluğunda alt düzeylerdeki bürokrasi tarafından, yani küçük burjuva tarafından yönetilmişti. Savaş sırasındaki elim hezeyanlar, bu sınıfta son derece kuvvetli hükümet karşıtı isyan duygularının gelişmesine yol açmış, savaştan sonra askeri birliğini de yitiren kadrolar çeşitli kitle partilerine dağılmış ve bu dağılma isyan mayalarının yanında belirsizlikleri, salınımları ve demagojiyi de beraberinde getirmişti. Fabrika işgallerinden sonra Sosyalist Parti güç kaybederken, küçük burjuvazi hızla yeniden örgütlendi ve savaş sırasında kendisini sömüren aynı genelkurmayın baskısı altında askeri kadrolarını ve ulusal örgütlenmesini yıldırım hızıyla yeniden inşa etti. Işık hızında olgunlaşma, ışık hızında anayasal kriz… Genelkurmayın ve hükümetteki en gerici odakların elinde oyuncak olan kentli küçük burjuvazi, toprak sahibi çiftçilerle ittifak kurup onların yararına köylü örgütlenmelerini parçaladı. Faşistlerle sosyalistler arasındaki Roma paktı, bir tabak mercimek için “primogenitürlüğünü” sattığını fark eden kentli küçük burjuvazi için, bu körü körüne ve siyaseten feci politikanın sona erdiği nokta oldu. Faşizm; Treviso, Sarzana ve Roccastrada gibi cezalandırıcı seferlerine devam etseydi halk kitlesel olarak ayaklanacak ve halkın yenilgisi halinde iktidarı devralan küçük burjuvazi değil, genelkurmay ve toprak sahipleri olacaktı. Faşizm yeniden sosyalizme yaklaşırken, küçük burjuvazi büyük toprak sahipleriyle bağlarını koparmaya ve ilginç biçimde Turati ve D’Aragona’ya benzeyen bir siyasi programı benimseye çalıştı.

İşte İtalyan emekçi kitlelerinin mevcut durumu budur: Savaşın yarattığı büyük bir kafa karışıklığı içinde Sosyalist Parti’de suret bulan yapay birliğin yerini alan; diyalektik kutuplaşma noktalarını, sanayi proletaryasının bağımsız örgütü olan Komünist Parti’de, köylülüğün örgütü olan Halk Partisi’nde ve küçük burjuvazinin örgütü olan faşizmde bulan büyük bir karmaşa… Ateşkesten fabrika işgallerine kadar bu üç İtalyan emekçi sınıfın demagojik kafa karışıklığını temsil eden ve bugün bunun en büyük etkilenicisi konumunda olan Sosyalist Parti, İtalyan halk kitlelerinin demokratik çözülme sonucunda geçirmekte olduğu parçalanma sürecinin (yeni bir nihai düzen için) en büyük temsilcisi ve en göze çarpan kurbanıdır.